Bir gecede ikiye üçe katlandığı 90'lı yıllardan günümüze enflasyon, Türkiye'nin, birlikte yaşanmak zorunda olunan mutat sorunlarından biri ya da kötü talihi olarak süregelmiştir. Enflasyonun artması sebebiyle para değer kaybettiğinden, alım gücü düştüğünden ve geçim sıkıntısı baş gösterdiğinden, halk arasında bu kavramın "enflasyon canavarı" şeklinde adlandırılması boşuna değildir. Yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü, faiz oranlarının daima enflasyonun altında kaldığı bir ekonomik ortamda ise bundan en fazla zarar gören para alacaklısı olmaktadır.
Şimdi 2020'li yıllarda Türkiye, bir kez daha "enflasyon canavarıyla" karşı karşıya kalmış, para adeta pul olmuştur. Bu durumu engelleyecek tek araç olan faiz ise, mevcut para politikaları sebebiyle alacağın değer kaybını engellemekten uzaktır. O kadar ki halihazırda enflasyon oranları %80'lere varmakta iken yasal faiz önceleri %9, 1 Haziran 2024'ten itibaren ise %24 olarak uygulanmaktadır. Dahası ister yasal faiz, ister en yüksek mevduat faizi ve isterse tecil faizi uygulanıyor olsun, faiz oranları daima enflasyonun altında kaldığından alacak mütemadiyen değer kaybına uğramaktadır. Kamulaştırma alacaklarından Sosyal Güvenlik Kurumu ödemelerine, iş kazaları da dahil olmak üzere tazminat davalarından miras uyuşmazlıklarına, icra dairelerine yahut mahkemelere depo edilen bedellerden vergi iadelerine kadar hemen hemen her alacak için durum böyledir. Tüm bunların üzerine, uzayan yargılama süreleri de eklendiğinde kangren haline gelmiş olan alacağın değer kaybı sorunu daha da vahim bir hal almaktadır. Alışılagelmiş hukuki imkanlar, bu sorunun etkili bir şekilde giderilmesini temin edecek kapasiteden yoksundur.
İşte bu çalışma, alacağın enflasyon karşısındaki değer kaybı meselesine insan hakları hukuku perspektifinden yaklaşarak mülkiyet hakkı bağlamında ve Anayasa Mahkemesi kararları ışığında değer kaybını giderecek çözüm yollarını göstermektedir