Sınırları içindeki ilk yerleşimlerin Paleolitik döneme tarihlendiği Ankara, Küçük Asya’nın en kadim kültür, ticaret ve uygarlık merkezlerinden biri olarak varlığını sürdürmüştür. Eski görkemli günlerini aradığı uzun bir tarih aralığından sonra, Kurtuluş Savaşı’nı takiben, Orta Anadolu bozkırında genç cumhuriyetin amaç ve ukdelerini temsil eden bir vaha olarak yükselmiştir bir kez daha.
Kısır tartışmalara sıkıştırılmış, cumhuriyetin seçkinleri tarafından cumhuriyetin yoktan var ettiği bir model şehre indirgenmiş, hegemonik bir seçkin zümre tarafındansa devleti ve resmiyeti temsil eden “ gri bir şehir” olarak tanımlanmak suretiyle tarihsizleştirilmiş bu önemli merkezin 1990’lı yıllara kadar uzanan öyküsü, ekolojik, jeolojik, toplumsal ve tarihsel bilginin kılavuzluğu ve derinliği içinde yeniden kuruluyor. İçinde bulunduğu coğrafi yapının sunduğu istisnai olanakları tarih boyunca kültürel çeşitlilik ve özgül bir toplumsal örgütlenme içinde özellikli bir kent kimliğine eviren Ankara, siyasi kirlenmeden toprak üzerindeki rant kavgalarına, kırsal hemşehri nepotizminin sözde şehirli bir kast boyunduruğuyla harmanlanarak kurgulandığı İstanbul çıkışlı bir kent partizanlığından bürokratik oligarşinin felç edici etkilerine dek onlarca badirenin orta yerinde, tarihsel varlık koşullarının hala açık olan imkanlarıyla dile geliyor