Yıllarını hukuka adayarak, bu uğurda ömür eskiten kıdemli hukukçulardan biri olarak meslektaşlarıma şunları duyurmak isterim: Mevlana'nın dediği gibi, yazarken eli görmeyen kişi, kalemin hareketinin nasıl kalemden kaynaklandığını sanıyorsa, gölge oyununda Hacivat ile Karagöz'ü seyreden, nasıl asıl kişinin perde arkasındaki insan olduğunu görmüyorsa, sokaktaki insan da, hukuku uygularken düşleyen değil, düşünen insan olarak hukukçunun hukuk mantığı, adalet dürtüsü ve kaygısıyla karar vermek durumunda olduğunu çoğu kez bilmez, bilemez. Bu yüzden de onu hukuktan soyutlanmış kendi mantığıyla yargılar. Hukukçu bu türden mantıktan ve yargılardan uzak durmak, kaçınmak zorundadır. Ancak unutulmamalıdır ki, hukuku bilmeyen birisi ile salt kendisinden öncekilere öykünerek hukuku uygulayan birisi arasında asla bir başkalık yoktur. Olamaz da. Çünkü her iki anlayış ve uygu-lama, aslında ilkin tembelliğe, daha sonra da bir çürümüşlüğe eğilim bulunduğunu göstermektedir. Bu nedenle her hukukçu, kendinden öncekilerin işlemlerini hukuk biliminin ışığında irdeleyerek uygulama yapmak zorundadır.