Andreas von Tuhr Borçlar Hııkuku'nun genel esasları hakkındaki eserinde zamanaşımını konusunu ele almaya başlarken şu sözlere yer vermiştir: "Alacak hakkının ileri sürülmesi imkânı zamanaşımı ile sınırlanmıştır. Talep hakkını uzun zaman kullanmayan alacaklı gerçi alacağını kaybetmez fakat bu hakkını borçlunun iradesi hilafına zorla elde etmek imkânını kaybeder." Büyük Hukukçunun kaleme aldığı cümlelerin ikincisine köşeli ayraçla küçük bir ilave yapabiliriz: "Talep hakkını uzun zaman kullanmayan alacaklı gerçi alacağını kaybetmez, fakat bu hakkın borçlunun iradesi hilafına zorla [yani medenî usul ve icra-iflâs hukukunun hak sahibine sunduğu vasıtalardan yararlanarak] elde etmek imkânını kaybeder." Bu sebepledir ki hukuk dilinde, alacağın zamanaşımına uğradığından bahsedilirken bu ifadenin eş anlamlısı olarak "davanın zamanaşımına uğradığı" da söylenir.
Zamanaşımının bu özelliği kazaî içtihatları da etkilemektedir. Mesela bazı yüksek mahkeme kararlarında zamanaşımının ilk itiraz olduğu, cevap dilekçesinde ileri sürülmedikçe hâkim tarafından dikkate alınamayacağı ve ıslah yoluyla yargılamaya dâhil edilemeyeceği yazılıvermiştir. Bu içtihatlar doktrinde eleştirilmektedir. Eleştiriler haklı olmakla birlikte, Yargıtay'da görev yapan kıdemli hâkimlerin usul kanununda ilk itirazların sınırlı olarak sayıldığını gözden kaçırmış olmayacaklarına da şüphe edilemez. Esasen bu yöndeki kararları ve muhalefet şerhlerini kaleme alan hukukçular zamanaşımının maddî hukuka ilişkin bir savunma sebebi sayılmasının müessesenin mahiyetine tam olarak uygun düşmediğini teşhis etmiş ancak bu konudaki görüşlerini ifade edebilmek için ihtiyaç duydukları sistematik izah ilmî içtihatlarda bulunmadığı için "ilk itiraz" kavramından yararlanmışlardır.
Aslınur Ak'ın, zamanaşımı defi hakkındaki kitabı bu özellikler göz önünde bulundurularak kaleme alınmış.
(Tanıtım Bülteninden)