Mühim olan sosyolojinin bir disiplin olarak doğuş ve gelişiminin tarihidir, hikâyesidir. Bu hikâye tek düze, ansiklopedik, kronolojik, bir fikirler veya kurucular tarihine indirgenemez. Buna indirgenirse onun adı sosyal düşünceler veya kurucular tarihi olur. Ama o da başka bir şeydir. Sosyoloji tarihi değildir. Kaldı ki sosyoloji tarihini sosyolojik düşünceler tarihiyle eşlesek dahi, birbiri üzerine katarak ilerleyen ve her zaman yeni gelenin kendisini önceleyenden daha doğru, gerçek olduğu bir sosyolojik düşünceler tarihi yaklaşımı koca bir yanılsamadır. Yapılan iş ölmüş, göçüp gitmiş düşünürlerin veya artık gözden düşmüş akımların, cansız, donuk, arşivcitarihçi bir okuması da değildir.
Aslında yaptığımız sosyolojik geleneğin o devasa mirasıyla dinamik bir diyalog kurmaktır. Ve bu diyalog her sosyolog için fevkalade önemlidir. Zira her sosyolog kendisini bu mirasa göre, farkında olsun ya da olmasın, bir yerlere koyar, tanımlar. Bu mirasın, geleneğin gelişimi tek düze, çizgisel bir süreç göstermemiştir. Geri dönüşlerin, kırılmaların, durmaların, sıçramaların yaşandığı kaotik bir gelişim sürecidir söz konusu olan.
Her şeyden önce sosyolojinin kendisinin bir disiplin olarak inşası ve kurumsallaşmasını merkezine alan bu kitap, Türkiye’de sosyoloji tarihi alanındaki önemli bir boşluğu doldurmak gayretindedir.