Kitapta seçim sistemlerinin siyasal sistemde, öncelikle ülkenin siyasal partiler sisteminde taşıdığı önem tartışılmaktadır. Ülke yönetiminde meşruiyetin temeli, yetkinin kaynağıdır. Ülkenin kimler tarafından yönetileceği seçimler ile belirlenir.
Seçim sonuçlarına göre kurulan hükûmetler, Parlamentoda Anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa da sahiplerse, bu durumda seçim sistemlerinin en az Esas Teşkilat Kanunu [Anayasa] kadar önem taşıdığını yadsımak güçtür. Bu nedenle, seçim sistemlerinin siyasal sonuçlarının salt sistemlerin teknik özelliklerinden değil, aynı zamanda ağırlıklı olarak toplumsal ve ekonomik değişkenlerden de etkilendiğini görmek gerekir. Dolayısıyla, ülke için nasıl bir seçim sistemi istikrar getirir sorusu, salt bu yalınlıkla ele alındığında sağlıklı bir soru değildir. Bunun için yalnızca seçim sisteminde ya da formülünde yapılacak değişiklikler yeterli olmayacaktır.
Eğer, seçim sistemleri arasında bir tercih yapılacaksa, öncelikle söz konusu tercihi destekleyecek toplumsal bir betimlemenin mutlaka gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Önemli olanın istikrar mı, yoksa temsiliyet mi olduğu kıskacından kurtulmanın yararı anlaşılmalıdır. Dolayısıyla, önemli olan ülkenin bir an önce yönetebilir hükûmetlere mi kavuşması, yoksa toplumsal farklılıkların mı mecliste temsil edilmesi sorusunun yarattığı, derin gibi gösterilen ayrımın ortadan kaldırılmasıdır.
Ortada bu denli yan yana getirilemez diye hissettirilen iki olgunun içselleştirdikleri anlamlar, oysa ki her meclis için vazgeçilmez niteliktedir. Türkiye'de temsili demokrasinin iyi işlemesi ve gelişmesi için ülkedeki meşru güçlerin kuvvetleri oranında temsiline olanak tanıyacak bir seçim sistemine gereksinim vardır. Ancak, istikrarı kesinlikle seçim sisteminde aramak doğru değildir. Aslında seçim sistemlerini kalıcı kılan yegane unsur, halkın kendi iradesini Meclise taşıdığına duyduğu inançtır.