Günümüzde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yönleriyle kavram olarak üzerinde uzlaşma sağlanamayan küreselleşme olgusu önemli değişim dinamiklerini de beraberinde getirmiştir. 1980'li yılların başında "serbest piyasa ekonomisi" adı altında öncelikle gelişmekte olan ülkelerde uygulamaya konulan küreselleşmenin belirgin nitelikleri 1990'lann başından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Dünya mal ve hizmet ticaretinin artması, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının büyük boyutlara ulaşması yanında spekülatif portföy yatırımlarının ülke ekonomileri açısından büyük tehdit oluşturmaya başlaması bu tarihlere rastlamaktadır.
Kaçınılamaz bir olgu olması nedeniyle, karşıtlığı veya taraftarlığı çok anlamlı olmayan küreselleşmenin ülkelere bir takım avantajlar ve dezavantajlar sunduğu da bir gerçektir. Dünya ticaret hacminin artması, yabancı sermaye yatırımlarının büyük boyutlara ulaşması, teknolojik gelişmelerin hızlanması ve sonuçta yaşanan üretim bolluğu, ülkeler açısından küreselleşmenin önemli avantajları olarak görülebilir. Ancak, ülkelerin temel makroekonomik yapılarındaki bozucu etkileri nedeniyle bunalımlara, sosyal devlet ilke ve uygulamalarının büyük ölçüde ihmal edilmesi yolundaki önermeleri nedeniyle de gelir dağılımını kötüleştirmesi ve yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açması, küreselleşmenin önemli tartışma alanları olarak karşımıza çıkmaktadır.
(Önsöz’den)