01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu ile özellikle kusur ilkesinin daha önce olduğundan daha tutarlı bir şekilde uygulanması amaçlanmıştı. Reform ihtiyacı, her şeyden önce (kaçınılamaz) yasak hata düzenlemesi ve ayrıca netice nedeniyle ağırlaşmış suç ile eylem gerçekleştirilmeden kusurlu biçimde alkol tüketimi nedeniyle kusur yeteneğinin ortadan kalkması sorunu (“actio libera in causa”) açısından geçerliydi. Osman İsfen, bu konudaki esaslı çalışmasında, kusur ilkesinin yeni Türk Ceza Kanunu aracılığıyla ne ölçüde Türk Ceza Hukuku’nun sağlamlaşmış, temel parçalarından birisi olabildiği konusunda başlıca ge-lişmeleri ve başka bakış açılarından bakıldığında ortaya çıkan reform gerekliliklerini ortaya koymuştur. Kusur ilkesi sadece yalın biçimsel olarak değil, ayrıca maddi, yani suçun tüm kapsama alanına değinilmesi anlamında ele alındığında, Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümleri altında birçok klasikleşmiş konunun kabul görmüş suç sistematiğine göre “kusur” kategorisinin dışında kaldığı göze çarpmaktadır.
Bu nedenle, önümüzde bulunan kitap reform ihtiyacına göre bilhassa seçilmiş ve tanınmış sorunlar alanını ele almakta ve ayrıca hukuka aykırılık ve fiili işlemeye başlamanın (‘teşebbüs’, ‘hazırlık’) bakış açılarını da buna dâhil etmektedir. Bunun dışında üç basamaklı suç sistematiğinin devamı ve özellikle haksızlık ve suç ilişkisi hakkında sorular ele alınmaktadır. Ancak tabii ki, ön planda, doğrudan doğruya kusur sorununu ilgilendiren (kusur ehliyetinin yokluğu, alic) veya karmaşık yanılma öğretisi ile suçun manevi tarafını ilgilendiren konular bulunmaktadır. Tebliğler, kısmen Türk kısmen ise Alman perspektifinden ele alınan konuları aydınlatmaktadırlar. Tebliğler bu yolla, her iki tarafa da benzerlikleri ve farklılıkları göstermektedirler. Alman ceza hukuku bir taraftan referans olarak işlev görmekte, ancak aynı zamanda ceza hukuku sistemlerinin karşılaştırılması ile daha belirgin şekilde fark edilebilen açıklar vermektedir. Önümüzde bulunan tebliğler, ortak bir çalışma olan ve Göttingen’de 2012 yılının Nisan ayında akademisyenler ve öğrencilerin katılımlarıyla yapılmış Alman-Türk Ceza Hukuku Semineri kapsamında sunulmuşlardır. (Önsöz'den)