Anayasalar, bir toplumu oluşturan farklı grupların hangi şartlarda birlikte yaşayabileceklerini gösteren, bu grupların haklarını ve menfaatlerini karşılıklı olarak güvence altına alan ortak yaşama belgeleridir, bu yüzden toplum sözleşmesi olarak da adlandırılırlar. Bir anayasanın toplum sözleşmesi olarak nitelendirilebilmesi için ise anayasanın, toplumun tüm kesimlerine eşit temsil hakkının garanti edildiği, bu kesimler arasında pazarlık, müzakere ve karşılıklı tavizleşme olanağının eşit olarak sunulduğu bir ortamda, karşılıklı rıza ve muvafakate dayanan bir uzlaşmayla hazırlanması gerekmektedir. Fakat Türkiye, uzun bir süreden beri içine sürüklendiği, giderek derinleşen, etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel ve siyasal kutuplaşma ortamında yeni bir anayasanın yapımı sürecinin gerektirdiği diyalog, müzakere, hoşgörü ve uzlaşma yeteneğinden büyük ölçüde yoksun görünmektedir.
Serap Yazıcı, Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye: Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine başlıklı çalışmasında, gerek yapım süreci gerekse içerdiği hükümler yönünden sivil ve demokratik bir anayasanın ne olduğunu tartışarak, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana kabul edilen anayasaları– 1924, 1961, 1982– mercek altına alıyor. Bu anayasaların hiçbiri halkın katılımıyla ve serbest iradesiyle hazırlanan belgeler değildir. Yürürlükte olan 1982 anayasası ise devlet otoritesini güçlendiren vesayetçi yapısıyla hak ve özgürlükleri korumasız bırakarak Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli bir engel teşkil etmektedir ve kısmi reformlarla bu engeller kalkmamaktadır. Hazırlanan anayasa taslaklarını da ayrıntılı bir şekilde ele alan Yazıcı, kentteki yegane oyunun demokrasi olması için çoğulcu, liberal ve demokratik bir anayasanın ip uçlarını sunmaktadır.