Yirmi birinci yüzyıl tüm kavram ve kurumların köklü bir şekilde dönüşüme uğradığı bir yüzyıldır. Bu dönüşümden elbetteki sosyal koruma hukuku da etkilenmektedir. Örnek vermek gerekirse, çalışmak istediği halde iş bulamayan kitlelerin varlığı karşısında hala klasik anlamıyla çalışma hakkı ve ödevinden söz etmek olanaklı mıdır? Yoksulları tembellikle suçlamak ne kadar gerçekçidir? İşsizlik gerçeği bağlamında, hala mesleki anlayışa dayalı sosyal güvenlik sistemleri yoksulluk sorunu karşısında işlevsel olabilir mi? Çalışma hakkına ilişkin bu sorular, dayanışmaya ilişkin bir dizi soruyu da beraberinde getirmektedir.
Çalışanlarla çalışmayanlar arasındaki dayanışma hangi etik değerler üzerine inşa edilecektir? Nasıl bir toplum sözleşmesi düşünülmeli ki, toplumda en avantajlı durumda olanlar, en avantajsız olanlarla dayanışma içinde olmayı kabullensin? Bu sorular çerçevesinde toplumda en az avantajlıları kapsayabilecek yeni bir refah devleti ve sosyal hak kavramına ihtiyaç vardır. Güvenceli asgari gelir kurumunun hukuk sistemlerine girişi bu yöndeki bir arayışın ürünüdür.