Hukuk, kişilerin birbirleriyle ve toplumla ilişkilerini düzenleyen ve uyulması zorunlu olan sosyal düzen kuralları olarak tanımlanabilir. Hukukta laiklik ise; hukukun kaynağının ilahi iradeye değil beşeri iradeye, akıl ve bilime dayanmasıdır. Laik hukuk sisteminin uygulandığı ülkelerde devletin resmi dini bulunmaz. Vatandaşlara din ve vicdan hürriyeti tanınmıştır. Türkiye'de hukuk alanında laikleşme ve kanunların birleştirilmesi çabaları Tanzimat döneminde başlar. Ancak, Osmanlı Devleti'nin teokratik yapısı yeniliklerin radikal bir biçimde yapılmasını önledi. Bir yandan laik esaslı Batı hukuku kabul edilirken, diğer yandan şer'i hukukun muhafaza edilmesi, hukuk alanında bir düalist yapının oluşmasına yol açtı. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra 1922'de saltanatın kaldırılması ve 1923'te de Cumhuriyetin ilanı ile, egemenlik kayıtsız şartsız millete geçiyordu.
1924 yılında Hilafetin ilgası ile devletin teokratik yapısı kesin olarak kesin olarak son buldu. 1925 yılında Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen inkılaplar çerçevesinde, hukukta devrim kararı verilerek, dinsel hukuk tümüyle kaldırıldı. 1926 yılından itibaren başta Medeni Kanun olmak üzere laik esaslara dayanan bir dizi kanunlar kabul edildi. 1928 yılında Anayasadaki teokratik nitelikli hükümler de kaldırılarak, laiklik ilkesi 1937 yılında kesin olarak Anayasaya girdi. Kabul edilen kanunlar ve diğer inkılaplar sayesinde Türkiye Cumhuriyeti tam manası ile laik bir devlet hüviyetine kavuştu. Hukukun kaynağı artık ilahi irade değil, aklın ve bilimin önderliğinde beşeri irade idi. Hiçbir dinin kuralı hukuka kaynaklık etmiyor, bütün yasalar din ayrımı gözetmeksizin, tüm vatandaşlara uygulanıyordu. Kısacası, artık Türkiye de çağdaş laik bir hukuk sistemi kurulmuştu. Bu sistem günümüzde varlığını gelişerek sürdürmektedir.