Barış da, savaş gibi, her şeyden önce insan kafasında başlar ve ona olan inanç ile inşa edilir. Eğer eski bir Latin deyişinin vurguladığı gibi (si vis pacenı para bellum - barış istiyorsan savaşa hazırlıklı ol) yaşadığımız dünyayı sürekli bir çatışma alanı olarak görürsek, eylemlerimiz de ona göre şekillenir ve çatışma dolu bir dünyadan hiçbir zaman kurtulamayız. Ancak barışa inandığımız sürece de, eylemlerimiz barışa göre şekillenir ve ona hizmet eder. Bu kitap, işte bu inanç ile kaleme alınmıştır.
Ancak sadece istemek ve inanmak yetmez. Barışı inşa etmek derin bir bilgi birikimi ve çok yönlü çaba gerektirir. Bu, kolay olmayan zorlu bir süreçtir. Hele derin-köklü toplumlar arası çatışmalarda barışa ulaşmak, olduk¬ça uzun ve zorlu bir maratondur. Kimse böyle durumlarda çabuk ve kesin çözümler beklememelidir. Bu süreçte izlenmesi gereken yol yöntemler işte bu eserin konusunu oluşturmaktadır.
Eserde ele alınan çatışmalar, çoğu devlet sınırları içerisinde gerçekleşen ve genellikle etnik ya da dini kimlik olgusuyla ayrışan toplumlar arası çatışmalardır. Dolayısıyla eser uluslararası çatışmalara odaklanmamıştır. Çünkü her şeyden önce uluslararası çatışmalar güç dengesiyle yakından alakalı olup, uluslararası konjonktürden bağımsız ele alınamaz. Bu yönü itibariyle kendine has dinamiklere sahiptir. Ancak bundan da önemlisi, Soğuk Savaş'ın sona erişi ve süper güç çatışmalarının bariz şekliyle ortadan kalkmasının ardından dünya barışını tehdit eden yeni tehlike, daha ziyade devletlerin meşruiyetlerini sorgulayan, devleti zayıflatan ve hatta bazen çökme noktasına getiren toplumlar arası çatışmalardır. (Önsöz'den)