Bir ülke düşünün ki, sokaktaki adamdan siyasetçisine kadar, 'bilgi toplumundan 'bilgisayar toplumunu anlıyor olsun.
Kütüphane denildiğinde, sıkıcı mekânlar; kütüphaneci denildiğinde, kitapların tozlarını alarak raflara dizen asık suratlı, gözlüklü ve topuz saçlı kadınlar; kitap denildiğinde ise, iyi niyetli yaklaşımla, ders kitabı ya da olumsuz anlamda, suç unsuru akla gelsin.
Gelişmiş dünyada, "halk üniversitesi" unvanıyla taçlandırılan halk kütüphanelerinin, devletin sırtında yükmüşçesine yerel yönetimlere "yıkılmaya" çalışıldığı; okul kütüphanelerinin, adı var kendi yok kütüphaneler şeklinde olduğu; üniversite kütüphanelerinin ise, kampüs içi yol kaldırımlarından daha az öncelikli kabul edildiği bir ülke düşünün.
O ülke ki, "ben de okumak istiyorum ama zamanım yok" yalanına sığınan insanları, günde ortalama altısaat televizyon izliyor olsun. Böyle bir ülke, acımasız bir rekabetin yaşandığı uluslararası devler liginde nasıl yer alır ve lider ülke konumuna nasıl yükselir?