Yüzlerce yıl önce Leonardo Da Vinci seyahatin farklı yönleri konusunda bakın ne demiş:"Bulduğun her fırsatta uzaklara git, biraz dinlen, çünkü işine geri geldiğinde kararların daha kesin olacak. Biraz uzaklaş çünkü o zaman iş gözünde büyümez ve daha çok şeyi halledebilirsin. Uyum ve orantıdaki eksikliği daha rahat fark edebilirsin."
İnsan aynı zamanda sınırları çok geniş olan yeryüzünde küçük bir yere kısılıp kalmanın verdiği azabı dindirmek için de seyahat eder. Genlerinde halen izleri duran göçebe ruhunu bir tutam seyahatle sakinleştirir. Seyahat kimi zaman da ön yargılarla hesaplaşmak için fırsatlar verir insana. Aldous Huxley bunu çok güzel deneyimlemiş. Şöyle diyor; "Seyahat etmek, diğer ülkelere dair bildiğimiz çoğu şeyin yanlış olduğunu keşfetmektir". Çok haklı değil mi? Seyahat sayesinde ülkeler, halklar, insanlar, yemekler, müzikler ve coğrafyalar ile alakalı nice önyargı yok olmamış mıdır? Neticede seyahat seyyahı değiştirir ve taptaze olumlu hisler uyandırır. Ve evine döndüğünde anlattığı seyahat hikayeleri etrafındakileri de büyütür, değiştirir ve kimi zaman eğlendirir. Kişi yaşamında heyecan verici şeyler yapmak için kendinde daha fazla güç ve yaşam aşkı bulur.
İnsan gittiği yerde yukarıda sayılan şeylerin bir kısmını bile yaşayabiliyorsa seyahat için doğru yeri seçmiş demektir. Antakya, onu ziyarete gelen misafirlerine bunların birçoğunu yaşatmayı vaat eden bir kenttir. Ve en önemlisi Antakya melez bir kenttir. Melezliği içinde taşıdığı birçok rengin, rayihanın ve tadın karışımından meydana gelmiştir. Bu melezlik kitabın her sayfasına sinmiş, gözleriniz ve ruhunuzun onu keşfetmesini beklemektedir. Gidin! Gitmek özgürlüktür…
(Tanıtım Bülteninden)