Kentler, her toplumun farklı topluluklarının, alt kültürlerinin ve kurumsal organizasyonlarının bir buluşma noktasıdır. Bunu belirleyen şey, bir kentsel topluluğun sınır çizgileridir. Bu çizgilerin ne kadar dar veya geniş olduğunu anlamak için, miras bırakılan kültürün görkemli bir yetkinliğe ve kod sistemine sahip olup olmadığına bakılması yeterlidir.
Kültür kavramı, bir birey, grup ya da toplumun entelektüel, ruhsal ve estetik gelişimini ifade ettiği gibi aynı zamanda onların, yaşam biçimini, faaliyetlerini, inançlarını ve göreneklerini de belirtmektedir. Kültürün kendini bütünsel bir bilgi, hatta bir toplum teorisi olarak sunduğu yerlerde, bu bilgiyi ve teoriyi edinen kentli bireylerin başlı başına değerlendirici bir güç haline gelebilecekleri ileri sürülebilir. Zira bilgilenme, zihindeki tasarımlar arasındaki bir ilişki ve bu ilişkinin doğruluğu sorunu değil bilakis bireyin kendisi ve zihni dışındaki toplumsal-tarihsel bir dünyada eyledikleri ile bu eyleme sırasında bildikleridir.
Bu bağlamda kentsel toplulukların, kültür üzerinden değerlendiren, eleştiren, vurgulayan, nitelendiren, sınıflandıran bir bilgi, teori ve bunların her ikisine dayalı bir güç olarak okunması mümkündür. Nitekim kent ve kentsel mekânların, kültürel bir çerçeve içerisinde kendilerine verilen anlama bağlı olarak farklı şekillerde yorumlanabilirliği söz konusudur. Çünkü kentler ve kentsel mekânların, en doğal ihtiyaçların sonucu ortaya çıkan şeyleri dahi zaman içerisinde bir dünya görüşü ve yaşama kültürünün süzgecinden geçirerek ifade dolu bir "yapı" haline getirdiği görülmektedir.
Bu düşünsel çerçeveden hareketle, yapılan bu çalışmada da kentlerin oluşumu ve gelişiminin, toplum-kültür etkileşimi dikkate alınarak farklı tarihsel bağlamlarda analiz edilmesi hedeflenmiştir.
(Tanıtım Bülteninden)