İnsanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz Endüstri Devrimi gibi güçlü bir sosyal devinimi getiren büyük olaylar, tarihte belki ilk defa insanlığı toplumlar halinde birleştirmiştir. Bu birleşme beraberinde büyük bir şehirleşmeyi, mesleki farklılaşmayı, işbölümünü, yeni üretim ve tüketim ilişkilerini, kısaca yeni bir dünyayı getirmiştir. Bu yeni dünya kendine özgü kurumları ve bu kurumların şekillendirdiği toplum tiplerini oluşturmuştur. Örneğin Endüstri Devrimi’nin en somut öğesi olan fabrika kurulmuş, onun etrafında bu fabrikada çalışan insanlardan oluşan bir yerleşim birimi ve aynı mekanı, aynı işi ve kısaca aynı sosyal şartları paylaşan insanların oluşturduğu yeni bir bilinç doğmuştur. İşte bu köklü, kitlesel ve ani dönüşümü anlama, anlamlandırma ve genel kurallara bağlama fonksiyonunu o günlerde yeni yeni filizlenmeye başlayan sosyoloji bilimi üstlenmiştir. Aslında bu bilim dalı kökleri itibariyle hiç de yeni değildir. Öncelikle felsefenin oldukça geniş alanında boy gösteren sosyoloji, bu belirsiz ve uçsuz bucaksız alanı sınırlandırmak ve somut, gözlem ve deneye dayanan, mantıksal çözümlemelere imkan tanıyan yeni bir çehre kazanmak ister. Bunu yapmanın tek yolu da çağın getirdiği pozitivist ve evrimci anlayışın da yönlendirmesiyle matematik ve fizik gibi fen bilimlerinin metodolojilerini sosyolojiye uygulamak olmuştur. Öyle ki bu dönem daha önceki entelektüel birikimin sorgulandığı ve yeni sentez ve analizlere ulaşıldığı bir zaman dilimidir. Teknolojinin hızla geliştiği, bilimin hayatın tüm alanlarına hakimiyetini kurduğu ve adeta zamanın önceki yüzyıllara göre baş döndürücü bir hızla döndüğü bu alışılmadık çağ, kendine özgü sosyologlarını da ortaya çıkarmıştır. Bu dönem sosyologları; içinde bulundukları toplumları inceleyerek genel toplumsal kanunlara ulaşmaya çalışmışlar, aynı zamanda diğer toplumların da geniş analizlerini yaparak aradaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyma çabasına girişmişlerdir.
Karl Marx ve Vilferdo Pareto da yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız bu dönemin en belirgin niteliklerini taşıyan iki sosyologudur. Farklı coğrafyaları paylaşmalarına, değişik amaçlar uğruna çalışmalarına ve geliştirdikleri kendilerine özgü sosyal ve siyasi perspektiflerine rağmen bu iki bilim adamını birleştiren bir nokta mevcuttur: Toplumun problemlerine eğilme ve köklü toplumsal dönüşümleri hazırlayacak güçlü ve son derece zengin bir teorik kurguya dayalı çözümler üretme çabasını sürdürmeleri. Bu bağlamda biz çalışmamızı "Marx ve Pareto Sosyolojilerinin Karşılaştırılması" olarak isimlendirdik. Tabii ki bu başlık Marx ve Pareto sosyolojilerini karşılaştırmamızın nedenleriyle ilgili ve çalışma boyunca takip edeceğimiz argümanın ve ortaya koyacağımız tezin ne olduğuna dair yeterli bilgi vermekten uzaktır. Kanaatimizce ancak bu iki temel soruya inandırıcı ve yeterli cevabı verebildiğimiz ölçüde tezimiz anlamlı ve tutarlı olacaktır.