5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin üzerinden geçen yaklaşık dokuz yıllık sürede, doktrin ile uygulama arasında kurulan köprüde, akademisyenle uygulayıcı arasında meydana gelen yakınlaşma sevindiricidir. Bu olumlu gelişmeye karşılık, ne yazık ki Türk hukuk tarihinde eşine az rastlanır bir kitap furyası da başlamış, bilimsel ve kollektif çalışmalar yerine, deyim yerindeyse derme çatma eserlerden oluşan bir kitap mezarlığı yaratılmıştır. Çıkar kaygısının ön plana çıktığı bilgi kirliliği içerisinde emeğe saygının hiç önemsenmediğinin kanıtlarını işte bu mezarlıkta bulmak mümkündür. Azalmak şöyle dursun, giderek artan ve bu paralelde ahlâk yozlaşması doğuran bahis mevzuu anlayıştan incinmiş bir Türk hukukçusu olarak umudum kırılmıştır.
Kanunun doğru yorumlanmasında önemli misyonu haiz Yargıtay da, geçen onca zamana rağmen, özellikle değişiklikler sonucu kapsama alanı genişletilen ve kanun uygulayıcılarının elinde adeta hikmeti kendinden menkul bir kuruma dönüşen hükmün açıklanmasının geri bırakılması yüzünden, yeni düzenlemelerin beraberinde getirmiş olduğu sorunlara açık vaziyet alamamıştır.
Eser, tüm bu endişeler göz ardı edilmeksizin kaleme alınmıştır. Sınırlı sayıda suç tipleri bir yana bırakılacak olursa, ceza hukukunda dava ve ceza zamanaşımına ilişkin hükümler, hemen her suç için uygulanma kabiliyetine sahiptir. Yoğun uygulama alanı bulan dava ve ceza zamanaşımı konusu incelenirken, şimdiye dek akademisyenlerin ceza hukuku genelinde ve konu özelinde yazmış oldukları eserlerden azami ölçüde yararlanılmıştır. Bunun yanı sıra, Yargıtay'ın eserin baskı tarihine dek vermiş olduğu tüm kararları, deyim yerindeyse bir tanesi dahi atlanmadan teker teker taranmış, en önemlileri çalışmaya alınmıştır.