Değerli Okurlar,
CHD'nin yeni bir sayısında daha sizlerle birlikte olmanın mutluluğu ve heyecanını yaşıyoruz. Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da birbirinden değerli ve yetkin bilimsel çalışmaları sizlerle buluşturuyoruz. Bu bağlamda ciddi bir emeğin sonucu olarak ortaya çıkan bilimsel çalışmalarını CHD vasıtasıyla bilim dünyasında tartışmaya açmayı tercih eden değerli yazarlarımıza içtenlikle teşekkür ederiz. Aynı şekilde CHD'nin yıllardır muhafaza ettiği nitelikli bilimsel yayıncılık çizgisinin en büyük güvencesi olan değerli hakemlerimize göster dikleri titizlik ve hassasiyet için de ayrıca ve özellikle şükranlarımızı iletmek istiyoruz.
Bu sayımızın önsözünde daha önceki sayılarımızda da pek çok kez işaret ettiğimiz bir illüzyonun yeni bir örneğini dikkatinize sunmak istiyoruz. Bu illüzyon, neden ve sonuçlarını düşünmeksizin popülist kaygılarla ceza hukukunu araçsallaştırarak gerçek bir sorunu çözü yormuş gibi göstermektir. Hâlbuki sorunun kaynağı doğru tayin edilemediği gibi gerçekte hiçbir rasyonel çözüm ortaya çıkmaz hatta sorunun kökleri daha da derinlere nüfuz eder.
Bu tespiti hatırlatmamıza vesile olan değişiklikler 12/5/2022 tarihli ve 7406 sayılı Kanun ile TCK m.62'de düzenlenen takdiri indirim nedenleriyle ilgili değişikliklerdir. Özetle aktarmak gerekirse anılan değişiklikler kapsamında yargılama sürecindeki davranışların açıkça bir pişmanlık göstermesi aranırken aynı zamanda takdiri indirim nedenlerinin gerekçeli olarak kararda yer alması gerektiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte takdiri indirim nedenlerinin sayıldığı ikinci fıkradaki "gibi hususlar" ibaresi kaldırılmıştır.
Bu değişikliklerin temel nedeni son zamanlarda yazılı/görsel basında, özellikle de sosyal medyada ele alınan kimi yargılama süreçlerinde takdiri indirim nedenlerinin "sanık lehine kılık kıyafet torpili" seviyesine indirgenmesi ve böylece bir infial yaratılmasıdır. Peki, buradaki sorun bir uygulama sorunu muydu yoksa bir mevzuat sorunu muydu? Bu değişikliklerle birlikte takdiri indirim nedenlerini sınırlı hale getirmek, hâkimin vicdani kanaatini oluştururken en çok ihtiyacı olan özgür değerlendirme yapma alanını sınırlandırmak, Anayasa'da açıkça bir ödev olarak yüklenen kararların gerekçeli olması hususunu bu hüküm özelinde sanki bir yenilik gibi sunmak, aranan çözüme bir kapı aralayacak mıdır? Tüm bu sorulara verilecek yanıtlar yapılan değişikliğin gerçek amacını da gözler önüne serecektir.
İşin gölgede kalan ve çok daha fazla önemsenmesi gereken boyutları ise; maddi gerçeği araştırma ve ortaya çıkarmak görevini yerine getiren ceza muhakemesi süjelerinin gün geçtikçe köşeye sıkışmaları, yönlendirmeler karşısında baskısı altına girmeleri ve karar/hüküm verirken adaletin değil kalabalığın sesine öncelik verme eğiliminde olmalarıdır. Ne yazık ki, gölgede kalan bu sıkıntılar biriktikçe toplumda adaletsizliğe karşı bir duyarsızlık kaçınılmaz hale gelecektir. Nihayet pek çok nüktede farklı bağlamlarda kullanılan şu doktor - hasta diyaloğu yakında acı bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır:
"Doktor: Size (hastasına) bir kötü bir de iyi haberim var. Kötü haber, alzheimer olmuşsunuz ve hastalığınız iyice ilerlemiş. İyi haber, eve vardığınızda bu kötü haberi çoktan unutmuş olacaksınız!"
Bir sonraki sayımızda yine bu satırlarda buluşmak dileğiyle...
İyi okumalar.
Prof. Dr. Veli Özer ÖZBEK
Arş. Gör. İlker TEPE