Ülkemizin yakın tarihinde atılan sosyoekonomik ve politik adımların getirisi belki de götürüsü olarak, nüfusunun taşradan şehir merkezlerine plansız göçü sonucu çarpık kentleşme meydana gelmiştir. Göç sadece bir yer değişimi değildir. Sırtında ekonomik, politik ve bittabi hukuki birçok ihtilafi bavul taşır. 1950'li yıllardan başlayarak şehir merkezlerinde nüfus yoğunluğuna neden olan bu hareketlilik özellikle konuta dönük ciddi talep oluşturmuş ve bu talebin karşılanması gayreti hukuki uyuşmazlıklara yol açmıştır.
İşte bu sebeplerle doğan talebi karşılamak adına, arz artmış özellikle büyük şehirlerde inşaat sektörü palazlanmıştır. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda düzenlenmediğinden sözleşme serbestisince arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri kurulmuştur.
Hukuki ekosistemimiz içerisinde filizlenen, kuralları yasalarca konmamış her sektörde olduğu gibi inşaat sektörü de yargı eliyle regüle edilmeye çalışılmaktadır. Bu regülasyonun meyvelerine de en çok arsa sahibi taraf ile sermaye sahibi yüklenici arasındaki uyuşmazlıkların çözümü aşamasında ihtiyaç duyulmaktadır.
Yapının belirlenen sürede tamamlanıp teslim edilmemesi, kararlaştırılan nitelikte inşa edilmemesi, henüz tamamlanmamış projelerin finansman yaratmak amacıyla üçüncü kişilere satılması ya da inşa ediminin hiç ifa edilmemesi derin mağduriyetlere yol açmaktadır. İşbu çalışma ile sorunsalın çözümüne doktrinsel ve içtihatsal bir ışık tutulmaya çalışılmıştır.