Anayasacılık bir ideal olarak kutsallaştırılıyor. Fildişi kulelere yerleştiriliyor. Ancak öyle olmak zorunda değil. Hatta öyle olmamalı! Anayasacılık hayatın içindedir; barındırdığı eşitlik, adalet ve özgür irade gibi prensipleri ile her an hayatımıza dokunur.
Zaten eğer yaşayan bir olgu olarak anayasacılık bir toplumu terk etmişse bunun eksikliğini yalnızca akademisyenler, bürokratlar, siyasiler değil bütünüyle tüm toplum olarak hissederiz, hissetmekteyiz! Bir gün, halka özgür iradesi ile katılabileceği, bizzat kendi özgür seçimleri vasıtasıyla kendi kendini yönetebileceği bir siyasal zemin sağlayabilir ve bunu yaparken de güç sahiplerinin kirli imkanları ile bireylerin kararlarını manipüle etmelerini engelleyebilirsek işte o zaman dünyada cennetin taşlarını döşemiş olacağız. Ya da yüzyıllar öncesinden bir sesin, Sir John Fortescue'nun, ifadesiyle "Halkın kendilerinin hoşuna giden yasalar ile yönetilmesi öyle bir şeydir ki iyinin ne olduğunu özgür bir şekilde takdir ederler ve ne kendi kralları ne de başkaları bu iyiden onları mahrum edebilir." Bu kitap da bu ulvi emel için hizmet etmekten başka bir gaye taşımamaktadır.