20. yüzyılda yaşanan sosyo-politik dehşetlere ve etik savrulmalara çok az düşünür Hannah Arendt kadar derinlikli bir bakış açısı ve entelektüel namusla yaklaşmıştır. Arendt, beşeri meselelere yoğunlaşmaya büyük bir ciddiyetle kendini adayan, anlama ve anlamlandırma etkinliğini düşünsel yaşamının merkezine oturtan bir yazardır; sonsuz ve döngüsel bir özellik taşıyan bu zihinsel etkinliğin asıl önemi, ulaştığı sonuçlardan çok, sürecin kendisinde düğümlenmektedir. Düşünür, bu korkunç yüzyılın olay ve olgularını öylesine büyük bir tutkuyla anlamaya çalışmıştır ki bu tutumuyla, modern dünyanın acılarıyla, en karanlık zamanlarda bile, duygusallıktan uzak ve kaçamaksız yüzleşme yolunda kendisinden sonrakilere esin kaynağı olmuştur.
Bu kitap onun, 1930’lardan 1950’lere uzanan zaman dilimi içerisinde yaşanan tarihsel, politik ve kültürel olaylara –geçmişten geleceğe uzanan süreklilik bağlamında– anlam yükleme arayışının bir ürünüdür. Varoluşçuluk, Kafka, Kierkegaard, Heidegger üzerine yazılarla Nazizmi, sorumluluk ve suç kavramlarını, dinin modern dünyadaki yerini ve özellikle de totalitarizmin doğasını irdeleyen denemeler Arendt’in bir düşünür olarak gelişiminin olağanüstü bir portresini vermekte; onun düşünceleriyle yargılarının bugün de, yazıldığı dönem kadar, provokatif ve göz açıcı olduğunu ortaya koymaktadır.