Uygulamada zaman zaman yaşanan yasal çakışma ve çatışmalara rağmen, kira konusundaki iki kanunun da yan yana yaşayabildiği de bir gerçekliktir. Bu durum, maddî hukuktaki diğer hukukî ilişkiler dikkate alındığında, istisnaî olmasa bile, ilginçtir.
Aynı ilginçlik, takip hukukuna da yansımıştır. Takip hukukumuzda ilâmsız icra takibi, kural olarak, yalnız para teminat alacakları için mümkün olmakla ve para teminat alacakları dışında ilâmlı icraya başvurma zorunluluğu bulunmakla birlikte, bazı şartların gerçekleşmesi halinde kiralanan taşınmazların ilâmsız icra yolu ile tahliyesi de mümkündür. İcra ve İflâs Kanunumuzun 269–276 hükümleri buna olanak vermektedir. Bu istisnaî durum, ülkemizde genel olarak davaların (özel olarak, genel mahkemelerin görevi dâhilinde bulunan tahliye davalarının), hak sahiplerini "bezdirici" ölçüde uzun sürdüğü gerçeği düşünüldüğünde, çok kısa zamanda sonuç elde edilmesini sağlayan, pratik sonuçlar doğuran bir yoldur. Örneğin, içinde uygulamacı olarak bizzat bulunduğum bir davada hâkim, şartlarının gerçekleşmiş bulunması sebebiyle, Adalet Bakanlığının kiracı olduğu adliye binasının (yani, karar veren hâkimin görev yaptığı mahkemenin de içinde bulunduğu taşınmazın) tahliyesine ilk duruşmada karar vermiştir!