Günümüzde, temel insan haklarının gerçekleştirilebilmesi için suyun gerekliliği artık tartışılmamakta olup; “yaşama hakkı”, “sağlık hakkı” ve “yaşama standardına sahip olma hakkı” gibi temel hakların su kaynaklarına erişim olmadan gerçekleştirilemeyeceği genel kabul görmektedir. Ancak, uluslararası anlaşmalar ve kararnamelerde su hala bir insan hakkı olarak tanımlanmamıştır. Su kullanımı konusun siyasi ve iktisadi çıkarlardan tamamen arındırılmış da değildir ve ortaklaşa kullanım konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Orta doğu, su konusundaki hassasiyetin en yoğun olduğu bölge olup, İsrail bölgedeki su hassasiyetinin en yüksek olduğu ülkedir. Bu hassasiyet sonucundadır ki; İsrail’in su konusundaki tavrı Ortadoğu coğrafyasında en önemli belirleyicidir.
İsrail Tarım Bakanlığı eski bürokratlarından Meir Ben–Meir, su nedeniyle yükselen tansiyonun muhtemel sonucunu şöyle ifade etmiştir: "Su, saatli bir bombadır ve bölge halkları su kıtlığı sorunu için ortak bir çözümü görüşmeye yanaşmazlarsa, savaş kaçınılmazdır."
Şu rahatlıkla söylenebilir ki; İsrail’de su kaynaklarına yüklenen anlam ekonomik olmaktan çıkarak; ideolojik ve güvenlik boyutlarında değerlendirilmektedir. Bu geçişte Siyonizm’in tarıma yüklediği önem su kaynaklarına hayati değer kazandırmış bu ise suyu ulusal güvenlik meselesi haline getirmiştir. Günümüzde de, su planlaması ve dağıtımı konusunda asker–tarım sektörü işbirliği belirleyici görünmektedir.
İsrail politikasında radikal milliyetçi unsurların etkinliği, yürütülen su politikalarında da kendini göstermektedir. İsrail halkının tarım sektörüne ve kendi kendine yetme politikasına verdiği önem, radikal unsurların işgal altındaki Filistin topraklarındaki sert tutumuna önemli dayanak oluşturmaktadır.
Orta doğu’da yaşanan su kıtlığının yeni bir savaşa zemin hazırlamaması için önerilecek en doğru çözüm kuşkusuz, ilgili ülkelerin bir araya gelerek kıt kaynakların insanca bir temelde ortak paylaşıma sokulmasıdır. Aksi taktirde su temelli çıkacak her savaş sonu gelmeyen süreçlerin de temelini oluşturacaktır.