Modernizm, insanlığın tarihi birikimi olan geleneği ve geleneğin tecrübe ışığında geçmişe yaslanan toplumsal otoritesini reddederek, aydınlanmacı akılla yeni bir dünya kurma projesi olarak belirir. Bu projede din ve gelenek, tanımlayıcı ve üretici olmaktan çıkarak, tanımlanan ve sosyolojik açıklamalara tabi tutulan arkaik bilgi yığını halini alır. Weber yaklaşımı ile modernlik, dünyanın büyüsünü bozup, varlığın temelinde yer alan kutsalı kaldırmakla, kişiler ile şeyler arasındaki bağ (religion) kopmuş, bütün ile parça arasındaki ilişki anlamsızlaşmıştır. İnsanı ve fiillerini, kosmos içindeki konumunu meşrulaştıran din ve geleneğin reddi, "aklileştirme" gibi yeni bir meşrulaştırma aracının doğmasına neden oldu. Modernizm ile din ve geleneğin çatışma noktası tam da buydu. Din ve gelenek, gücünü geçmişten, beşeri tecrübeden, vahiyden ve bunların sağladığı kutsaldan alırken, modernizm ise geleceğe ve akla dayanarak yeni paradigmalarla örülü bir dünya düzeni inşasına koyuldu.
Din ve geleneğin yekpare bakış açısı, modernizmin parçalayıcı yaklaşımı ile kırılırken bilimsel bilgi, ulus devlet, kapitalizm, liberalizm, sosyoloji gibi ideolojikleşmiş aygıtlar/yöntemler, toparlayıcı fonksiyonlarıyla kırılan parçaları bir araya getirmeye çalıştı. Bu toparlama çabasının, ontolojik ve epistemolojik anlamda birleşmeyle sonuçlanması mümkün olamayacağından ulaşılan sonuç, tek tipleştirme ya da benzeştirme oldu. Hukuk, tek tipleştirme ya da benzeştirme şeklindeki sonucun en açık örneğidir.
Çalışmamızda, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam'ın kendine has din anlayışlarının tabii sonucu olarak ortaya koydukları hukuk sistemlerinin temel özelliklerine değinilerek, modernizmin din kaynaklı hukuk sistemleri ile çatışma alanlarına değinilmiştir. Modern bakışa göre uzlaşmayı imkânsız kılan en temel neden, din ve geleneğin yetersizliği, anlamsızlığı, yerelliği, ihtiyaçları karşılamaktan uzak oluşu ya da tatmin edici olamaması değil, yeniden inşa edilen dünyanın dayandığı seküler paradigmalara uygun olmamasıdır.