Sağlık ve hastalık ikilisine dair eski çağlardan günümüze kadar gelen bilim öncesi inanışlar, farklı toplumlarda, farklı düzeylerde, hâlâ varlığını sürdürmektedir. Modern tıbbın olanaklarından yararlanıyor olsa da, geçmişten gelen bir anlayışla birey hastalık karşısında “neden ben?” demekten kendini alamamakta; bu soruya cevap ararken “mucize”lerden, “sihirli formüllerden” fayda beklemeye devam etmektedir. Hayatta kalma içgüdüsü ile hareket eden birey, tarihsel ve ideolojik olarak oluşturulmuş bir değer olan sağlığın korunması gerektiği bilgisinden hareketle, bu yolda sürekli çaba harcamakta; sağlık için tüketim yapmaktan kaçınmamaktadır. “Sağlıklı yaşam endüstrisi” olarak adlandırılabilecek mekanizma ise, bu yönelimi sağlık söylemi yoluyla desteklemekte; bedenler üzerinde denetim oluşturmakta; tüketim alışkanlıklarını biçimlemekte ve artırmaktadır.
Bu noktada sağlık iletişimi perspektifi, sağlık ve sağlıklı yaşam vaatlerinin sunumuna yönelik farklı bir bakış açısı sunabilmesi açısından önemli bir yere sahiptir. Ancak ne kadar titizlikle hazırlanmış ve ne kadar iyi yürütülmüş olursa olsun, sağlık iletişimi faaliyetlerinin de hedefinin “birey” olduğu unutulmamalıdır. Bireye terk edilmiş bir mekanizmayla, toplum sağlığının iyileştirileceğini ummak da hayalcilik olacaktır. Toplum sağlığının iyileştirilmesi sadece bireyin sorumluluğunda değil; toplum sağlığı için politika oluşturmakla görevli olanların, yani kamu otoritelerinin de sorumluluğundadır.