Ortaçağ felsefesinin tam olarak nasıl tanımlanması gerektiği konusundaki tartışmalar muhtelif. Bir bakış açısına göre, Kilise kaynaklı bir entelektüel canlanmanın altın çağı; bir başka görüşe göreyse, karanlık ve kendi içine kapanmış, Antikite ve Rönesans arasına sıkışan talihsiz bir milenyumun kötü yazgısı. Hangi görüş benimsenirse benimsensin, Aristoteles ile Descartes arasındaki yaklaşık on yüzyıllık bu belirleyici zaman diliminin birçok farklı yoruma kaynaklık ettiği açıktır.
Kurucu Babaların yetkesinden yeni bir düşünsel atılımın eşiğine varan bu uzun kesit, inancın akla, dilin deneyime, soyut olanın maddesel olana, sözcüklerin şeylere baskın çıktığı can alıcı bir deneyimin düşünsel gerilimini içinde barındırır. Alanının en saygıdeğer düşünürlerinden Alain de Libéra’nın izinde, ilgi çekici bir felsefi çözümleme.