Nüfusunun yüzde doksanı aşan bir bölümünün biçimsel olarak da olsa kentsel sayılan alanlarda yaşamakta olmasına karşın, Türkiye'de, kırsal alanlarda yaşanan ekonomik, toplumsal, kültürel ve çevresel sorunlarının türlerinde ve boyutlarında bir küçülme olduğu söylenemez.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kırsal kalkınma politikaları her dönemde göreli önemini korumuştur. 1923-1960 döneminde, kırsal alan çok yönlü olarak ele alınmış, bu yaklaşım kırsal kalkınma politikalarına da yansıtılmıştır.
Planlı dönemde, toplum kalkınması, merkez köy ve köy kent gibi, Plandan Plana ağırlığı değişen, kimi zaman da Planlardan tümüyle çıkarılan kırsal kalkınma yöntem ve modelleri, Türkiye'nin kentleşme sürecinde toplumsal ve ekonomik erozyona uğrayan kırsal alanları kalkındırmaya yetmemiştir.
1980'i izleyen "yeni plansız dönem"de ise uluslararası düzeyde egemen olan piyasacı yaklaşım, dış dünyayla bütünleşme, devletin küçültülmesi, özelleştirme gibi yeniden yapılanma yöntemlerinin kırsal kalkınma politikalarında da benimsendiği görülmektedir.
Kırsal alanları, kır kent ayrımı ve aynı zamanda kır kent sürekliliği bağlamında ele alan Türkiye'de Kırsal Kalkınma Politikaları'nın yazarları, ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmelerin belirlediği dönemler içinde kırsal alanların sorunlarını ve bu sorunlara çözüm arayışlarını ortaya koymaktadırlar. Toplum kalkınması yaklaşımından Atatürk'ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi'ne, köy kentten eko köye; Köy Enstitülerinden köycülük akımına; toprak reformundan Hazineye ait tarım arazilerinin kiraya verilmesine ya da satılmasına; tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanılmasından köylü haklarına kadar kırsal alanları ilgilendiren pek çok başlık kitapta tüm yönleriyle gözler önüne serilmektedir.