İç ve dış dinamiklerin etkisiyle, II. Dünya Savaşı sonrasında çalışma hayatına yeni bir biçim verme zorunluluğu ortaya çıkmış; . bu amaçla 1947'de Sendikalar Kanunu çıkarılmıştır. 1936 tarihli İş Kanunumda olduğu gibi, devletin, çalışma ilişkilerini tek taraflı olarak sermaye lehine ve emekçiler aleyhine düzenleme eğilimi bu kanunla da sürdürülmüştür. Bütün olumsuzluklara rağmen Sendikalar Kanunu’nun çıkarılmasıyla işçiler arasında örgütlenme çabaları hız kazanmıştır. 1950–1960 döneminde sendikalı işçi sayısı yaklaşık altı kat artmış, 1952 yılında kurulan ve dönemin tek işçi konfederasyonu olma niteliği taşıyan Türk İş ise, tüm işçi sendikalarını bünyesinde barındırmıştır.
Muhalefet döneminde ve iktidarının başlangıç yıllarında işçi hareketleriyle yakın bir ilişki içerisine giren ve grev hakkını savunan Demokrat Parti, toplu ilişkiler alanında giderek otoriter bir görünüm kazanmıştır. İş Kanunu ve Sendikalar Kanunu ile grev yasaklandığından, önemli ölçüde işlevsiz duruma getirilmiş olan sendikalar işçiler tarafından yeterince desteklenmemiştir. Dönem içerisinde, sendikal etkinliklerin sınırlı kalmasına karşın; limanlarda yükleme–boşaltma işçileri, çimento işçileri, mensucat, dokuma ve çırçır işçileri, inşaat işçileri, temizlik işçileri, değirmen ve fırın işçilerin, karayolları işçileri, şoförler ve hayat kadınları çok sayıda iş durdurma eylemi ve grev gerçekleştirilmiştir. Ücret artışı istekleri, çalışma sürelerinin fazlalığından kaynaklı şikayetler, işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin sorunlar ve mezhepsel sorunlar grevlerin nedenleri arasında sayılabilir. Grevlerin bir kısmı isteklerin işveren tarafından kabul edilmesiyle sonuçlanırken, bazı grevler mahkemelere taşınmış, bir kısmı ise kolluk kuvvetlerinin grevdeki işçilere saldırmasıyla sonuçlanmıştır.
1950–1960 döneminde, grev ve toplu sözleşme hakkını vermeye yanaşmayan DP iktidarları, işçilerin desteğinin devamını sağlamak amacıyla bireysel hakları ilgilendiren yasal düzenlemelere ağırlık vermişlerdir. Bireysel iş ilişkileri alanında çok sayıda yasa, tüzük ve yönetmelik çıkarılmış olmasına rağmen, bazı ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı tam olarak uygulamaya geçirilememiştir. İş Kanunu ile haftalık çalışma süresi 48 saat olarak belirlenmiş olmasına karşın, bu sınırları aşan çalışma süreleri uygulanmış; işçiler bazı işkollarında, günde 11–12 saat ve fazla çalışma ücreti almaksızın çalıştırılmışlardır. 1950 öncesine göre azalmakla birlikte, çocuk işçi ücretlerinin düşük olması nedeniyle, çalışma yaşma ilişkin sorunlar da gündemdeki yerini korumaya devam etmiştir. Sigortalı işçi sayısındaki artışa paralel olarak, sağlık kurumları sayısının yeterince artmaması ise, işçiler arasında şikayetlerin artmasına yol açmıştır. Bazı işçiler de, tütün, mensucat ve maden işletmelerinde gerekli önlemler alınmadığı için tüberkülozun artmasından yakınmışlardır.