1912'de başlayan(La Haye Konferansı), araya giren kesintiden sonra 1933 yılında tamamlanan(Cenevre Konferansı) ve Kıta Avrupa'sı ülkelerinin birçoğunda kıymetli evrak(özellikle ticarî senetler) ile ilgili kanunî düzenlemelere temel teşkil eden metinlere dayanan kanunî hükümler o derece mükemmeldir ki, aradan geçen uzun süre içinde değişmeden kalmıştır. Mükemmel bir kanunun nasıl olacağı konusunda mükemmel bir örnek teşkil eden bu durum, Türk Ticaret Kanunu'nun kıymetli evrakla ilgili üçüncü kitabında açıkça görülmektedir.
Ancak, ticarî senetlerin çok önemli bir tipi olan çek hukukunda karşılıksız çek kavramının ayrı bir Kanun'la düzenlenmesi yoluna gidilmiş ve bu yapılırken çekin ekonomik özelliği yanında hukukî özelliği göz önünde tutulmadığından, başka bir anlatımla, bu konu kanunun metnini hazırlayanlar ve kanun yapıcı tarafından gereği gibi anlaşılmamış olduğundan, ortaya çıkan metnin birkaç senede bir değiştirilmesi gibi sakil bir durum ortaya çıkmıştır. Nitekim, kısa bir süre önce yapılan yeni bir değişiklikle, bu doğrultuda devam edildiği görülmektedir.
Kitabın yirmialtıncı baskısından bugüne kadar geçen sürede, gerek doktrinde gerek mevzuatta söylenmeye değer bir yenilik göze çarpmıyor.