Marka olmanın ön koşulu hedef kitlenin duygularına seslenerek onların anlam tüketmesini sağlamaktır. Rekabetin giderek yoğunlaştığı günümüzde, marka yaratmanın zorunluluk haline gelmesinden ötürü işletmeler, rakiplerinden ayrışmak diğer bir deyişle farklılık yaratmak için tüketicinin duygularına dokunarak aralarında bağ oluşturmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda markalar, iletişim çalışmalarıyla tüketicilerde hoşlanma, beğenme, mutluluk ve aşk gibi pozitif duyguları uyandırmayı hedefler. Ancak kimi zaman çeşitli etkenlerden dolayı markalar bunu başaramadıkları gibi tüketicinin kendileri hakkında negatif duygular hissetmesine de neden olabilmektedir. Bireylerin hissettikleri nefretin öfke duygusundan bile güçlü olduğu ve negatif duygular sıralamasında en üstte bulunduğunu göz önüne alırsak nefret duygusunun marka açısından nedenli sakıncalı olduğu anlaşılabilir. Ayrıca bir tüketici markaya duyduğu nefretin başkalarına da yayılmasını kolaylıkla sağlayabilir. Bu bağlamda markalar, yaşadıkları sorun sonrasında tüketicilerde oluşan nefreti sonlandırma veya en azından azaltma amacıyla gereken çalışmalarda bulunmalıdır. Ancak negatif duygularını pozitife çevrilmesi oldukça zor olduğu için markaların kendilerine yönelik nefret oluşmadan önce önlemler alması veya nefrete sebep olabilecek davranışlardan kaçınması daha doğrudur. Özellikle yeni medya çağının koşulları dikkate alındığında marka nefretinin oluşmasının ne denli kolay olduğu bu nedenle konunun günümüzde taşıdığı önem belirgindir. Marka Nefreti adlı bu kitap günümüzde markalama alanının en önemli konularından birini kapsamlı olarak ele almaktadır.
(Önsözden)