Liderler, Kanaat Önderleri ve Kamuoyunun Gözünden Yükselen Güç Türkiye–Abd İlişkileri Ve Orta Doğu Prof. Dr. Tayyar Arı  - Kitap
Liderler, Kanaat Önderleri ve Kamuoyunun Gözünden

Yükselen Güç

Türkiye–Abd İlişkileri Ve Orta Doğu

1. Baskı, 
Eylül 2010
Kitabın Detayları
Dili:
Türkçe
Ebat:
14x21
Sayfa:
342
Barkod:
9786055911195
Kapak Türü:
Karton Kapaklı
Fiyatı:
196,00
Temin süresi 2-3 gündür.
Kitabın Açıklaması
Soğuk Savaşın sona ermesi ve Sovyet imparatorluğunun yıkılması, bölgede ve uluslararası alanda tüm güvenlik parametrelerini değiştirmiştir. İki kutuplu yapı ve DoğuBatı ekseninde belirlenen güvenlik politikaları bir anda altüst olmuştur. Ancak Soğuk Savaşın sona ermesine rağmen buna fiziksel ve psikolojik olarak hazır olmayan uluslararası toplum 1990’ların ilk başlarında değişimi kavramaya çalışıyor; Rusya’nın yeniden toparlanması ve eski Sovyet coğrafyasına tekrar egemen olup olmayacağıyla daha barışçıl bir dünyanın oluşumu arasında gidip geliyordu. Bu belirsizlik ortamından 2000’lerin başında yeni bir konjonktüre geçildi. Bu yeni konjonktüre bir tarafta, yeni durumu kavramakla beraber yine de mevcut durumu kabul etmekte zorlanan Rusya’nın Putin’le yeni bir çıkış yakalaması, diğer tarafta Bush’la kendisini dünyanın tek kutuplu olduğunu sanan ABD’nin, ElKaide’nin Amerikan hedeflerine saldırısıyla başlayan Afganistan sürecini kendi lehine sonuna kadar kullanmak istemesinin getirdiği gerginlikler egemen oldu. Bush’un Irak’ı işgal etmesiyle beraber ABD’nin yükselişinin sonuna gelindiğinin anlaşılması söz konusu olmuştur. 2005–2006 sonrası dünyanın yeniden şekillenmeye başladığı yeni bir dönemdir. Bu yeni dönem, ABD’nin dünyayı tek başına yönetmediğinin, Rusya’nın ise eski Sovyet coğrafyasında fiziksel bir geri dönüşünün artık mümkün olmadığının anlaşılmasıyla göreceli bir dengenin oluşmaya başladığı bir dönemdir. 2008–2009’da bir tarafta ekonomik kriz, gelişmiş ekonomilerin hızını keserken, diğer tarafta Rusya ve Çin’in yanında Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi yükselen güçlerin dünya politikasında yeni rol arayışları gündeme gelmiştir. 2010 ve 2011 büyük olasılıkla mevcut statükonun devam etmesini arzu eden büyük güçler ile yeni yükselen güçler arasındaki iktidar mücadelesine sahne olmaya devam edecektir. Ama bir sonraki dönemde ister istemez bu rol mücadelesi daha dengeli ve çoğulcu bir uluslararası yapıya evrilecek ve bu yeni yapıda ortaklıklar ve ilişkiler yeni roller çerçevesinde tekrar belirlenecektir.
Türk–Amerikan ilişkilerinde ve Türkiye’nin Orta Doğu politikasında yukarıdaki konjonktürel değişimlere paralel olarak bazı iniş çıkışlar yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Soğuk Savaş döneminin dayattığı güvenlik gündemi, zayıf ekonomik yapısı, istikrarsız demokrasisi ve siyasi liderlikten yoksun oluşu Türkiye’nin Batı’ya ve ABD’ye aşırı bağımlı bir ilişki içine girmesine ve Orta Doğu’dan uzaklaşmasına yol açmıştır. 1980’li yılların başında Özal ile iç ve dış politikada yakaladığı ivme ise daha sonra tekrar geleneksel siyasi liderlik anlayışının geri gelmesiyle devam ettirilememiştir. Türkiye, Soğuk Savaş’ın bittiğini ancak 12 sene sonra 2003’te fark etmiştir. Sovyet tehdidinin sona ermesi, Orta Asya’da Kafkasya’da, Balkanlar’da ve Orta Doğu’da kendisine yönelik tehditlerin azalması veya ortadan kalkmasına rağmen bu durumu değerlendirememiştir. 2002 sonunda işbaşına gelen AK Parti iktidarı ile artan ekonomik potansiyeli, istikrar kazanan ve gelişen demokrasisi ile Türkiye’nin dış politikadaki başarısı Türkiye’nin cazibe merkezi haline gelmesine, merkez ülke, bölgesel güç, parlayan yıldız, bölgesel lider ve "Yükselen Güç" kavramlarının sıkça kullanılmasına neden olmuştur. Bu dış politika, Türkiye’nin yeni rolünü kabul etmekte zorlanan kesimler tarafından aykırı bulunsa da uluslararası toplumun takdirini ve hayranlığını kazanmaya devam etmiştir. Yumuşak gücün akıllı kullanımına dayanan, tüm komşularla sorunların tamamen çözülmesine odaklanan, ayırım gözetmeden ve herhangi bir önyargı taşımadan tüm yerel ve uluslararası aktörlerle görüşmeyi temel ilke olarak benimseyen ve tamamen daha barışçı ve daha paylaşımcı bir dünya arzulayan Türk dış politikasının başarısı, Türkiye’yi ilgiyle takip edilen bir ülke haline getirmiştir. Türk dış politikasının temel ilkesi, tüm oyuncuların birlikte kazanabileceği bir işbirliği ortamının bölgesel ve küresel düzeyde oluşturulmasıdır. Bu anlayış, tamamen askeri güce dayanan, kuşku ve güvensizliği arttıran, işbirliği girişimlerine kuşkuyla bakan, yalnızca kendisinin kazanacağı ilişkiler arayan, ortağından kuşku duyan kısacası egoist ve saldırgan geleneksel dış politika anlayışından tamamen farklıdır. Pozitif bir bakış açısına sahip olan bu yeni anlayış, bölgede karşılıklı güvenin, saygının ve adaletin temel alındığı daha adil bir bölge ve dünyanın oluşumuna yapacağı katkı dolayısıyla başarılı olmaya mahkûmdur.
Orta Doğu bağlamında Türk–Amerikan ilişkilerinin, özellikle 11 Eylül sonrası dönem itibariyle analiz edildiği çalışmada esas olarak bölgede ve ABD’deki siyasal aktörlerin, kanı önderlerinin ve kamuoyunun algıları üzerinden hareket edilmiştir. Kitabın amacı hem iki ülke arasındaki ilişkilerde çatışma ve işbirliği alanlarına bakmak hem de bu ilişkiyi etkileyen aktörlerin sürece ilişkin algılamalarını ve değerlendirmelerini ilk elden öğrenmeyi sağlamaktır. Kitabı okuyan sadece yazarın görüşünü öğrenmekle kalmayacak, aynı zamanda 200’den fazla kanı önderinin görüş ve düşüncelerini öğrenme imkânı da bulacaktır. TÜBİTAK’ın sunduğu imkânlarla hazırlanan bu çalışma aynı zamanda Türk–Amerikan ilişkileri, Türk Dış politikası ve bölgesel sorunlarda etkili aktörlerin ve kurumların kimliklerini ve duruşlarını da ortaya koymaktadır. Özellikle 2008 sonrasında Türkiye hakkındaki değerlendirmelerde "Yükselen Güç" nitelemesinin sıkça kullanılması, kitabın başlığını belirlemede yönlendirici olmuştur. Kitaba konan görüş ve düşüncelerde mümkün olduğunca objektif davranılmaya ve 2003 sonrasında ama özellikle 2005’den bu yana Türk Dış Politikası ve Türk–Amerikan ilişkileri konusunda yazılan yazıların ve makalelerin tamamına yakını verilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan okuyucu olumlu değerlendirmelerin yanında bu süre zarfında yapılmış olan olumsuz değerlendirmeleri de görmüş olacaktır. Çalışma aynı zamanda Orta Doğu ülkelerinde sanıldığının aksine oldukça canlı bir sivil toplumun varlığını da göstermiş oluyor. Kitap, bu alanda çalışma yapacak genç akademisyenler için de bir yol gösterici niteliğine sahip. Özellikle bölgeyle ve Türk Amerikan ilişkileriyle ilgilenenlere, bu alanda yazı yazan ve düşünce üreten kişi ve kurumları ve bunların eğilimlerini öğrenme fırsatı sunmaktadır. Çalışma bir anlamda Türkiye, bölgesel sorunlar ve Türk–Amerikan ilişkileri üzerine yazı yazan ve düşünce üreten etkili kalemlerin ve sivil toplum önderlerinin bir envanterini de sunmaktadır. Çalışma, tek bir Amerika olmadığı gibi, tek bir Orta Doğu, tek bir Mısır ya da tek bir Kuveyt olmadığını; bu ülkelerdeki kanı önderlerinin çok farklı görüşlere sahip olduklarını görme imkânı sağlamaktadır. ABD dendiğinde tek tip bir Amerikalı, Yahudi, dendiğinde tek tip bir Yahudi, Araplar dendiğinde tüm Arapların aynı olmadığını görmek açısından yararlı bir çalışma olduğu kanısındayız. Amerika’daki çeşitlilik kadar bölge ülkelerinde de aynı konunun hem siyasal seçkinler tarafından hem de kanı önderleri tarafından çok farklı açılardan değerlendirildiği görülmektedir.
Araştırma esnasında, ABD ve Orta Doğu ülkelerinden seçilmiş siyasetçi, bürokrat, akademisyen, gazeteci ve araştırma merkezi uzmanından oluşan 100 dolayında kanı önderi ile doğrudan görüşme yapılmıştır. Ayrıca çok sayıda akademik çalışmanın yanında, 2003 sonrasında Türk–Amerikan ilişkileri ve Türkiye’nin Orta Doğu politikası konusunda 200 dolayındaki yazı ve makaleye yer verilmiştir. Görüşme yapılan kişilerin ve görüşlerine yer verilen kanı önderlerinin adları ile yapılan görüşmelerin ve yazıların yer ve tarihleri de mümkün olduğunca belirtilmeye çalışılmıştır.